13 Aralık 2016 Salı

UYAN EY KARDEŞİM

Kendimi bildim bileli ne Gazi Mustafa Kemal'e ne memleketime ne Türk'üme ne de Türklüğüme laf ettirmedim. Ettirmem de!
Ama gelin görün ki vatanımın, şu yüce vatanımın her bir karış toprağına ayak basmış soysuz itler! İşin daha da komik tarafıysa bu kansızların karşısında yer alması gereken Türk Milleti, benliğini kaybetme noktasında olduğunun dahi farkına varmadan hala sözde barış özde kan isteyen, taharet musluğu dahi görmemiş, etraflarında sadece sineklerin -leş kokusundan- pervane olduğu soysuzlarla barış yapmak derdinde ve büyük bir yanlışa düşerek kendi öz vatanını paylaşabileceğini düşünmekte.
Sahiden 'insan' şaşıp kalıyor böylesi bi' vaziyette!
Ben bir asker kızı olarak doğdum. Bu vatana canını verebilecek yüce insanların içinde büyüdüyseniz ne yapmanız gerektiğine karar vermek pek de zor olmuyor, doğru. Ama her gelen haberle birlikte bir annenin feryadıyla harlanıyor acınız! Birlikte pikniğe gittiğiniz, doğum günlerinizde hediye beklediğiniz, akşam yemeğinde sofraya onlarsız içiniz rahat oturmadığınız bir ailenin artık eksik olduğunu bilmek, arkadaşınızın "baba!" haykırışlarınızın cevapsız kalacağını bilmek...
O acıyı "Ya benim babama da bi' şey olsaydı!" düşüncesiyle taaaa en içinizde hissetmek...
Zordur bu ulu vatan uğruna canını ortaya koymuş bir babanın evladı olmak. Zordur çünkü şark göreviyle gittiğiniz yabancı bi memlekette yaşamayı öğrenirsiniz. Pek de şanslı değilseniz -ki bu camiada şanslı olmak pek sık rastgelinir bir şey değildir- vatanı olmayan kansızlar doludur çevrenizde. Başbuğ Mustafa Kemal'e, şu uğruna nice acılar çektiğiniz vatanınıza, göndere çekilen kan kırmızısı bayrağınıza laf eder bu kanı bitlenmiş soysuzlar!
Çünkü bilmezler
Vatanın ne kadar yüce olduğunu!
Bilmezler
Şu al al dalgalanan bayrağın kudretini!
Bilmezler
Verilen şehitlerin ne kutsal olduğunu!
Peki ya sen benim soydaşım? Nedir sendeki bu duyarsızlık?! Bu vatansızlar senin vatanına, birliğine, dirliğine göz dikmişken nasıl uyuyorsun için rahat? Senin askerin, senin polisin sokak ortasında, eşinin yanında haince vurulurken; son duyduğu ses daha beş yaşına basmamış ufacık çocuğunun çığlığıyken ne bu vurdumduymazlık?!
Senin evladın okuduğu üniversitenin kampüsünde dahi şehit edilirken, sen! Sen ne yapıyorsun güzel kardeşim?
Şu cennet vatanının kıymetini anlayabilmen için kaç annenin feryadı yaksın ciğerimizi, kaç çocuk ağlasın babasını son görüşüne, kaç kadın ağlasın eşine, abisine?!
Ah ulan beyinsiz kardeşim
VATAN SENİN
BAYRAK SENİN
MİLLET SENİN
HAK SENİN
HUKUK SENİN
Eh be akılsız kardeşim
UYANSANA ŞEHİT SENİN!

2 Kasım 2016 Çarşamba

acıya karşı yüzsüzlük

Rüzgarsız bir gecenin hüzünlü sakinliğinde bir çuval dert taşıdım sizlere. İlk hangisi çıkacak diye bir kavga kıyamet derken bir dert daha eklenmiş oldu dertlerime.

Geçen gece, geçen gece dediysem son yazışımdan iki gece sonrası, ay beni bir ağlama tuttu ki sormayın! Uzanıyodum anacım yatağımda kuzu kuzu, saat de henüz 2ye varmıştı, tam sükûnet saatleri anlayacağınız. Telefonumda mayın tarlası oynuyorum, ki en sevdiğim oyundur, gözlerim yanıverdi birden, kırpıştırmaya gerek kalmadan süzüldü bir damla, Süzüldü dediysem göz çukurumda kaldı çünkü yer çekimi. Bir lokomotifin nizamıyla takip etti diğer gözyaşları derken derin bir nefes yaktı ciğerlerimi. Yetmedi, daha çok içime çektim havayı; nefes aldıkça canım yandı, canım yandıkça ben ağladım ve ağladıkça nefes aldım. Bu böyle giderken "Lan" dedim, "ya bi şey olduysa da ondan ağladıysam?", içimden dedim tabi mikroplar, o saatte deli miyim kendi kendime fısıldayayım. Kikirdeme len bi dur. Sonra düşünmeye başladım işte ne oldu, ne zaman oldu diye; yok, çıkmadı bi fındık kabuğu kadar sebep. "Ee, ne o zaman derdin?" diye bi tavır yapmışım ki kendime, ufff! Tam modumu -3550den 0a çekecektim ki içimdeki mikrop "Bi şey olmadı ama olur belki, baksana nasıl dertlendin?" diyip kurtları saldı anacım bağrıma. Te bi daha uyku girmedi, feri mi kaldı baksana bacım gözlerimin? İşte hal böyle iken ben de yokladım bi çevreyi, hastalığı neyim olan var mı diye; herkes turp gibi maşallah, bu mikroplar seni beni gömer hanım ablam ben diyeyim bak sana.

-2 Koca Ay Sonra-

Şimdi dur bi celallenme len manyak, bi sor evvelden ne sebepmiş yazmamış olmam? Du hele anlatıcam.

Merhabalar efenim, ben ailenizin mikrobu, gönüllerin anonimi! Mutsuz bir anı keyiflendirmek için yazılan mutlu kelimeler denizime hoş geldiniz! ya da ben hoş geldim sizin mutsuz hayatlarınızı gördükçe şükreder hale... Yahu bi durunverin gari, bi soluklanın köşede. Dur dur enişte beyler de gelmiş ya niye söylemiyonuz anacım? Buyrunuz enişte beyciğim üst katımız aile salonudur. Siz yerleşedurun ben de başlayayım küflenmiş beynimdeki "Yenidoğan Ünitesi"nde birikenleri sizlerle tanıştırmaya.

Şimdi durumlar şöyle güzel ablam; ben üstteki satırlarda belirttiğim üzere "son" ama aslında bu mecramın "ilk" yazısı olan yazıyı yazdıktan iki hafta sonra terk ettim bu diyarları. Hani benim deniz kokulu rüzgarım -leş gibi iyot:(-, misler gibi bir balkonum ve gölgesinde günü gece ettiğim ağaçlarım vardı ya, hah işte onlar artık yok ya da ben yokum artık. Yeeepppisyeni bir diyardan yazıyorum sizlere, bundanmış içimdeki sıkıntı da. Ayrılacak olmanın sancısıymış bir tarafı yeşil, bir tarafı deniz olan memleketten; hissedecek olmanın sancısıymış kuru dağlarla çevrili olan bir düzlüğe vurmuş balinanın duygularını. Bak bak nasıl heyecanlandı dert tasa anlatıcam diye. Dur dur hüzne bağlama hemen, kıyamam gözyaşına:p Kötülediğime bakmayın, gökyüzüne bu kadar yakın bir yerde yaşamak ne kadar güzel anlatamam, zaten siz de anlayamazsınız:d

Evvet sayın seyirciler yayınımıza kaldığımız yerden devam ederken bir son dakika gelişmesiyle "komik bir yazı" temennilerini bize sunan Mavi Kedi isimli arkadaşımıza sanal ortamdan sevgilerimizi ve teşekkürlerimizi iletiyor, yazının istediği kıvamda neşeli bir yazı olmasını diliyoruz; gerçek ortamda neler olacağını size söylemiyim de azıcık heyecan yapın eheheh.

Evet konumuza dönecek olursak yeni hayatımda her şey süper mi dersiniz? Hayır dediğinizi duyar gibiyim ama evet annecim her şey süper ama tabi hangi açıdan baktığınıza bağlı. Efendime söyleyeyim misal ben pek optimist bir insan evladı olmamakla birlikte sizin gibi mikroplar kadar pesimist de değilim. "Lafı kırk dereden aldığın suyla çamaşır suyunda kaynatma da söyle ne diceksen!" diye atar yaptığınızı da duyar gibiyim, çatlaman gari döküyorum kurtları. Şimdik bu yeni hayat, karaya vurmuş balina falan dedim ya anacım ben, hah işte bu parlak ve mavi gökyüzünün altında imiş sevmediğim insan tipi. Ben dağ bayır demeden koşup uzaklaşırım sanırken bu insan tipli parazitler de benim sırtımdaki çuvalımdaymış ya... Kambur yapmışlar bütün yol bana... Kurtulamadım bu illet tiplerden anlayacağınız, tam her şey güllük gülistanlık, bağ bahçe bu parazitler fırlıyor oradan buradan. Ay ne keyfim kaldı ne tadım tuzum ayyyolll, yetişiiiiin itfaaayyeee, efbiayyyyy!!!!!

Hazır keyif kaçıran, tatsız parazitlere de değinmişken -Ayyy bana dokaannndıııı buğğğ- bunların antibiyotiklerine de değinelim yüksek müsaadenizle Mavi Kediciğim. -Mavi Kediciğim diyorum çünkü başka okuyanım yok:(- Ay size de VefasızMikroplar mı desem? Durun hele bi hemen kurtlanman, konuyu dağıtman, cetvele dizdirmen kendinizi. Gelelim parazitlerle girilen savaştan galip çıkma yollarına. Efendim bu sağdan soldan kafa uzatıp gülümseyen, sinirlerinizi hoppadanak teee termosfere zıplatan manyaklara karşı tek bir çözüm yolumuz var. Meraklananlar ocağın altını kapatıp gelsinler hemen, veriyorum mucize sırrı: : GÜLÜMSEMEK!
"Ayyy ne diyo bu manyak yine ya?" diyip hayıflanmayın bi anacım durun. Şimdi bu hadsiz, nankör ve fırıldak parazitler; hadsiz, nankör ve fırıldaklar çünkü beyinleri yok... Velev ki sen aldın bu hadsiz, nankör ve fırıldak parazitlerden birini, geçtin anacım karşısına, elinde de tuzlu bi süt mısır, ohhh emüklüyon bunun karşısında. Arka fonda da "Ben senin var yiaa....." diyen Yıldız Ablamız... Sen derdini bu parazite insanca anlatsan anlamaz -Çünkü parazit-, sayıp sövsen anlamaz... "E napıcaz anacım, kendimizi mi keselim?" diyen mikroplar şöyle bi 30 santimlik bi yerdem yere atıversin kendini size zahmet. 30 santim diyorum çünkü sizler benim için çok değerlisiniz, size bi şey olsun istemem anacım. Ay dur dur ahahah sil şu yüzündeki şaşkın ifadeyi, zaten toplasan üç kişisiniz birinize bi şey olsa ayy aman Allah muhafaza, nerden ekmek yerim ben? Hiç mi beni düşünmüyosunuz VefasızMikroplar? Ay beni afakanlar basıyor Hüsnü! Sizin cezanızı sonra keseyim iyisi.
Nerede kalmıştık? Sen evladım, evet evet sen! Kalk bi söyle bakıyım nerede kalmıştık? Hah bilmezsin tabi, kikirderken yazıda ne anlatmışım anlıyon mu sanıyon? Otur, 50 puan veriyorum sana, o da eğriyi aşaaalara çekme de geçme notu yüksek olsun diye.

"Eee nerde bizim bu antibiyotik?"

Efendim dediğim gibi, antibiyotiğimiz gülümsemek. Bu zırtpırt karşımıza çıkan parazitlere gülümseyip geçiyoruz çünkü bi daha mı gelicez dünyaya ayol? Boşver gitsin, ya da dur sen boşverme. Hassas mikropsun, içerlersin falan heeeç uğraşamam gardeşşim. Gerekirse git köşeyi dönünce ağla, salyan sümüğün meydana saçılsın ama o köşeyi dönene kadar sabrediver ver acıya karşı yüzsüzleş.

Sadece gülümse. 

Çünkü gülümsemek bir insana yapılabilecek en iyi şey olduğu gibi en kötü şey de.

Ama sen tüm kalbinle, tüm iyiliğinle gülümse çünkü gülümsemek belki de bir hayat kurtarır?


http://yemek.com/intihar-etmeyi-dusunen-kizi-kurtaran-starbucks-baristasi/sayfa/3




























17 Ekim 2016 Pazartesi

Siyah ve Beyaz

Siyah ve beyaz gibi, hızla kutuplaşmaya başladı insan. En ufak bir fikir çatışması dahi çığa sebep olan bir kar tanesi misali fitilledi ayrılığı!
Düşüncenin bireyselliğini yitirmesini bekledi insan, nesnel olsun istedi. Oysa nesnel olmasını istiyor olmak bile öznel bir düşünceydi.
Çözümsüz sandığı sorulara boğuldu insan. Oysa sorunun cevabı ortadaydı çoğu zaman.
Duygularım mı, mantığım mı diye düşündü insan. Oysa ikisini de rafa kaldırmalıydı var olduklarını unutmadan.
Denizi mi sevmeliyim, yeşili mi sorusuna çok zaman harcadı insan. Oysa bunlar birbirini tamamlardı farkına varmadan.
Sevmek gibi aziz bir şeyi maddesel olarak benimsedi insan, maddeyi sevmeyi seçti. Oysa sevmek için maddeden fazlası gerekirdi, bunu hiç bilemedi.
Tahammül edemedi insan, ya siyah ol istedi ya beyaz. Oysa rengini belli etmek insanın elinde olan bir şey değildi.
Meğer ne çok meraklıymış insan ayrılığa. Oysa olduğu gibi bir bütündür doğa!
İlla rengini seç derse insan, haddini aştığını umursamadan ve seçilesekse bi taraf, ya siyah ya beyazsa ve grisi yoksa bu işin, öyleyse
Bugün gökyüzü ne renkse, ben bugün o taraftayım!

6 Ekim 2016 Perşembe

Ne Acı

Ve bazen dayanılmaz bi ağlama isteği boy gösterse de içimde bazı keskin acılar, karşısındaki böylesine ağır duyguların işlevselliğini yitirme görevini üstlenmiş bulunuyor bedenimde. Biliyorum sizin de öyle...
An geliyor hazırlıksız yakalanıyorsunuz bi habere. Ertesi gün olan sınavınıza çalışmak için oturduğunuz masanızda ders çalışmanın kasvetli havasını dağıtmasını umarak elinize aldığınız telefonun birden titremesiyle açılıyor belki de içiniz. Mesajın sevdiğiniz yakın bi dostunuzdan geldiğini görünce muhabbetin neşesinin yanı sıra uzun olacağı düşüncesi de kaynatıyor içinizi. Engelleyemediğiniz daha doğrusu engelleme ihtiyacı duymadığınız bir tebessüm yerleşiyor ders çalışırken içerim düşüncesiyle yaptığınız kahvenin acımsı bir tat bıraktığı dudaklarınıza. Daha fazla sabırsızlandırmadan kendinizi, açıyorsunuz mesajı.
Ceren haberin var mı?
Gelen mesaj beklediğinizin aksine biraz durgunlaştırıyor sizi. En yakın arkadaşınızın size isminizle hitap etmesinden kaynaklanan bu durum, neşeli bi haber olsaydı sizin cevap vermenizi beklemeden heyecanla anlatacağını bildiğiniz arkadaşınızın sizden cevap beklemesiyle daha da tatsız bir hal alıyor. İstemsizce ürkerek haberi soruyorsunuz. Anında görülen mesajınıza, cevap biraz geç geliyor umduğunuzun aksine.
http://m.milliyet.com.tr/17-yasindaki-kiz-feci-sekilde-gundem-2149224/
Haber başlığının altında çıkan fotoğrafa bakıyorsunuz, başlıkta ne yazdığına aldırmadan. Fotoğrafta bakmaya devam ediyorsunuz uzunca bir süre. Haberi okumaya yetecek kadar cesaretiniz yok. Birkaç küçük, akciğerlerinizi acıtacak kadar, nefes eşliğinde yukarı çekiyorsunuz ekranı. Olay zaten yeterince can yakıcı değilmiş gibi bir de ilgi toplasın diye düşünülmeden yazılmış acımasız cümleler kontrolünüzü kaybetmenize yol açıyor. Eliniz ayağınıza dolaşınca ne yapacağınızı bilemeyip sanki mümkünmüş gibi bir mesajla karşılık veriyorsunuz habere.
Şaka mı bu?
Bak şakaysa...
Değil. Bu işlerin şakası olmaz. Bi umut... Sadece henüz iki gün önce buluştuğunuz, vapurdayken korkmamanız için size destek olan, sizi güldürmeyi görev bilmiş bir dostunuzu, toprağın sizden çalabilmiş olması korkunç.
Az önce heyecandan kaynayan içiniz, cehennem ateşini öğretmek istercesine yanıyor. Nefesiniz, dermanınız, takatiniz kalmıyor. Son konuşmanızı hatırlamaya çalışıyorsunuz, son bir şey ona dair. Bu konu üzerinde henüz iki gün öncesinde aranızda geçen bir konuşmayı anımsıyorsunuz.
+Ne diye istesin bi insan bunu?
-Sen dahil seni sevenin kalmayınca anlarsın!
+E iyi ama sen sevilmeyecek insan mısın Allah aşkına?
-Yok ki senin gibi tatlı gülüşümüz, bizi sevsinler...
Gülüyorsunuz bu lafa bir karşılık vermeyi akıl edemeden, arsızca. Sizi bi anda neşelendirebilen bi insanın hayatında bir şeyleri değiştirebilme ihtimalinizi düşünemiyorsunuz o an...
Bir önceki buluşmanızda sporcu olduğu için beslenmesine dikkat eden dostunuzun, sizi mutlu edebilmek adına fastfood yiyebileceğiniz bi yer arayışı geliyor gözünüzün önüne. Tebessüm ederek Konak YKMnin önünde onun insanlara mekan sormaya çalışan o telaşlı halini hatırlıyorsunuz. Gözleriniz yanıyor. Velhasıl bulunuyor bi mekan burnunuzun dibinde. Aralıksız üç dakika gülüşüyorsunuz, seninleyken gözüm başkasını görmüyor işte diyerek bıyık altından sitem ediyor size. Gülüyorsunuz karşılık vermeyi -yine- akıl edemeden.
Sipariş verme konusundaki beceriksizliğinizi öğrenir öğrenmez atılıyor öne. Bir ufak jestine daha gülüşünüzle karşılık veriyorsunuz. O an kendinizi ne kadar yenik düşürdüğünüzü düşünüp atlıyorsunuz hesabı ödemeye. Bu tatlı atışmayı galibiyetle sonlandırsanız da bir milkshake alacaklı çıkıyorsunuz işten. Hala alacaklısınız... Patateslerinize yumulduğunuzda uzaklaşıyorsunuz çevreden. O kadar gürültüye rağmen o tanıdığınız, güvendiğiniz ses titretiyor kulak zarınızı. Şaşkın bi şekilde elinizdeki patatesinizi nezaketen yemeyi bıraksanız da en ufak boşlukta ağzınıza atmak üzere geri bırakmıyorsunuz.
Senin ellerin ne güzel öyle, tombik tombik!
O an yemekten daha çok ihtiyacınız olan bir şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Ellerinizi siz dahil kimse beğenmezken, onlara iltifat eden biri var karşınızda! Ne büyük şans!.. Karşılığında gülümseyip sahiden şaşırdığınızı belirten bir çuval saçmalık bırakıyorsunuz ortalık yere. O an onun da ihtiyacı olabileceği gelmiyor aklınıza... Neşeli sohbetiniz yerini yavaşça tatsız konulara bırakmaya başlıyor ve ortam eski neşesine kavuşabilsin diye türlü şebeklikler vuku buluyor karşınızda. O sırada saate bakıyorsunuz. Dersanede denemeniz ve Çankayaya gitmek içinse sadece on dakikanız kaldığını gördüğünüzde aceleyle boğazına diziyorsunuz çok nadir yediğini ama çok sevdiğini söylediği sosa batırırken patatesini. Metroya biniyorsunuz birlikte, siz bi durak sonra inerken o aktarma yapması gerektiği için devam ediyor yoluna. Bi daha buluşmak için sözleşip ayrılıyorsunuz.
Yine iki gün öncesinde vapurdan inerkenki konuşmanız geliyor aklınıza.
Bu bizim ilk vapur yolcuğumuz olabilir ama asla son değil! Asla!
İnsanoğlu planlar yaparken Allah yukarıdan gülermiş.
Siz aslalara boğulurken son oluyor bu konuşmanız, sarılmanız. Mutlaka görüşeceğiz derken cenazesine bile gitmiyorsunuz, gidemiyorsunuz. Suçluymuşçasına mahçupsunuz, yüzünüz yok olanlara karşı.
Ve asla son değil derken mezarına bile gitmeye yeltenemiyorsunuz...
+Çok acıtıyor mu bileklerini kesmek?
-Bir daha intihar edecek olsam bu yolu denemem.
Ve dediğini yapıyor deli kız, bu sefer yöntemi farklı...
NE ACI!

2 Eylül 2016 Cuma

o estikçe ben de yazıyorum işte!

Hatırlıyorum da küçükken yaşadığı en ufak şeyi bile yazmak için cebinden defter ayırmayan bir arkadaşım vardı; küçüktük, sormak gelmemişti aklıma. Bedenim senelere karşı direnmeyi bırakmışken beynim hala çocuk kalmış olacak ki geçenlerde geldi aklıma. Ne yaptım ettim ulaştım, sordum:
-Ya senin şu defter vardı ya, hani ufak olan yaa, hiç ayırmadığın cebinden? 
     Haahh işte o ya. Sahi ne içindi o?
-Unutmamak için. 
Bi' kıkırdamadım değil, içimden kıkırdadım tabi manyaklar; sen kaç yıl arama etme, bi' de arayıp kıkırda el alemin yüzüne...
-Ya atma Recep -temsili bir Receptir bu Recep anacım; kiminin abisi, kiminin eşi, kim bilir belki de kiminin çocuğu olup fırlar yazılardan, fesatlanmayın- neyi unutmak istemediğinden?
-Ne bileyim işte ya, bi şey olur, o an önemsiz gelir ama aslında çok önemlidir falan ya işte. Öyle şeyler yani...
Cümleyi anlamam için 7 kere tekrar etmesi ve yaklaşık 470 saniye gerekti ama anladım. Dedim ya bedenim yıllarla bir olurken beynim hep devretmiş taaa en başına. Ben küçücük bir çocuğun beyniydim böylesine bir cümlede, annesinin cebindeki 10 liradan haberi olmayan ama 30 liralık maket uçağı istediği için kendini yerlere atan bir çocuktum. Bunu anladığımda büyümeye karar verdim. 
Verdim vermesine de nasıl büyünürdü bilmiyordum, bilsem büyürdüm çünkü ben biliyorum...
Açtım 3 sene boyunca benimle tuvalete dahi gelmiş, deprem tatbikatları dahil hiçbir şekilde ve panik anında yanımdan ayrılmamış olan telefonumu, girdim "yüce" internete! Dedim "Aç uleynn bana, yetişkin olduğumuzu nasıl anlarızz tarzı bi ton zırvalık!". Açtı tabi, o zamanlan köle olan taraf ben değildim. Başladım ilk sıradaki linkten okumaya:

Yetişkinlik Testi

1. Kendi evinizde mi yaşıyorsunuz?
-Ay yok anacım, kiradayım ben.
2. Bireysel geliriniz var mı?
-Yiaağ işte iddia falan derken üç beş kazanırım bi' şeyler ama?
3. Bulaşıklarınızı, çamaşırlarınızı siz mi yıkıyorsunuz?
-Makine var evelallah, çatır çutur yıkar, affetmez!
4. Ehliyetiniz var mı?
-Araba var mı ondan haber et?
5.Teknolojiyle aranız nasıl?
-Eh işte işaret barnaaamla kullanmıyorum telefonu, daha n'apıyım ayol
"Oh be!" dedim kendi kendime, yetişkinlik kolay işmiş aslında... derken Allah bi dürtüverdi: Son soru.
6. Eski eşyalarınıza bakıp, anılar aleminde kayboluyor musunuz?
-Yo, hayır. nasıl yani ya, bi dakka kardeşim, kaybolmam mı gerekiyor, e peki illa eski eşya mı, evi daha geçen ay yeniledik yahu, onlara falan baksam, ee olmaz mı diyosun sen şimdi? AY N'APICAM BEN?!
Ben ki ömrü hayatımda kaç kere fatura yatırdım, kendi kıyafetlerimi kendim aldım, ütü yaptım, temizlik yaptım, bayram temizliği yaptım dip köşe demeden, ya ben ki para havale ettim ulen! Sana mı sorcam yetişkinliğimi? "Hiç eski eşyalara bakıyon mu"ymuş, pislik miyim len ben sizin gibi pis mikroplar, istif mi yapcam bi de? Eskimiş atmışım işte anacım, ay bana bi şeyler oluyor Hüsnü! Bak bak gözlere bak, nasıl açıldı Hüsnü deyince, naş anacım naş size ekmek çıkar mı bu kapıdan? Hüsnü dediysek söylemesi zevkli diye... Sinirlendim durun, hava alıp gelicem!
Geldim, Ay aman dur kaçma manyak, sakinleştim de geldim, pammuk gibiyim pammmuk! Hemen döndü bak saf... Tamam tamam dur, gülmüyorum. 
"Bi' balkona çıktı geldi, havalara girdi, delirdi bu manyak" demen bi' bacım ya, bi' dur allasen, bi' sakin... Bomba gibi haberlerle geldim geriye. Hazırsanız açıklıyorum bombayı:
Ey ben her müzik dinlediğimde duvarın canı acımaz mı düşünmeden yımrıhlayan yan komşu teyze,
Ey ben balkona her çarşaf astığımda "O çarşafı çabuk topla, balkonuma değmesin!" diye çemkiren alt komşu abla, 
Ey evdeki 5 kuruşları toplayıp ekmek aldığım için gözleriyle söven bakkal amca,
Ey beni her görüşünde "Bunu ben mi doğurdum yeaa?" diyerek severken yeren annecim,
Ey benim büyüdüğümü hiçbir zaman kabullenmeyeceklerini kabullendiğim herkes,
Ben büyüdüm, yetişkin oldum anacım ben ay daha n'olsun?

Durun bi' pisler bakmayın öyle tren izler gibi, anlatıcam;

Efenim şimdi bu hanım ablanız göbeeyle beraber balkona çıktı ya az evvel -siz manyaklar kafayı yedirmeyin diye hava almaya çıktıydım ya hani ya- işte tam o anda balkon korkuluklarına dayadım bacaklarımı, göbeğimi de demirlerin üstüne koymuşum böyle ortam felaket... Sonra kapattım gözlerimi, oluru yok atıcam kendimi buralardan! derken rüzgar değdi tenime. Saçım enseme değse huylanan ben açılamadım o an. Göz kapaklarım kapalıyken açıldı gözüm, ilkokuldayken okuldan kaçıp, bakkal amcadan aldığımız 50 kuruşluk jelibonlarla yaptığımız piknikte açıldı. Ay üç kulfu bi elham okumaya kalmadan göz kapaklarım da açılıverdi neyse ki. Afalladım tabi, ben de insanım pisleşmeyin. "Noldu yav, ne bu terane?" derken bir daha esti rüzgar, deniz kenarında yaşamamı fırsat bilerek. Gülümsedim, gülümsedim çünkü göz kapaklarım açıkken de rüzgarın peşine takılıp çocukluğuma gittim; rüzgar gitti ben bittim... 

Eski bi' eşyam yok, büyüyemedim diye hayıflanırken kendimi eskittim; rüzgara bindim, gençleştim ve rüzgar gitti bense bittim...