17 Ekim 2016 Pazartesi

Siyah ve Beyaz

Siyah ve beyaz gibi, hızla kutuplaşmaya başladı insan. En ufak bir fikir çatışması dahi çığa sebep olan bir kar tanesi misali fitilledi ayrılığı!
Düşüncenin bireyselliğini yitirmesini bekledi insan, nesnel olsun istedi. Oysa nesnel olmasını istiyor olmak bile öznel bir düşünceydi.
Çözümsüz sandığı sorulara boğuldu insan. Oysa sorunun cevabı ortadaydı çoğu zaman.
Duygularım mı, mantığım mı diye düşündü insan. Oysa ikisini de rafa kaldırmalıydı var olduklarını unutmadan.
Denizi mi sevmeliyim, yeşili mi sorusuna çok zaman harcadı insan. Oysa bunlar birbirini tamamlardı farkına varmadan.
Sevmek gibi aziz bir şeyi maddesel olarak benimsedi insan, maddeyi sevmeyi seçti. Oysa sevmek için maddeden fazlası gerekirdi, bunu hiç bilemedi.
Tahammül edemedi insan, ya siyah ol istedi ya beyaz. Oysa rengini belli etmek insanın elinde olan bir şey değildi.
Meğer ne çok meraklıymış insan ayrılığa. Oysa olduğu gibi bir bütündür doğa!
İlla rengini seç derse insan, haddini aştığını umursamadan ve seçilesekse bi taraf, ya siyah ya beyazsa ve grisi yoksa bu işin, öyleyse
Bugün gökyüzü ne renkse, ben bugün o taraftayım!

6 Ekim 2016 Perşembe

Ne Acı

Ve bazen dayanılmaz bi ağlama isteği boy gösterse de içimde bazı keskin acılar, karşısındaki böylesine ağır duyguların işlevselliğini yitirme görevini üstlenmiş bulunuyor bedenimde. Biliyorum sizin de öyle...
An geliyor hazırlıksız yakalanıyorsunuz bi habere. Ertesi gün olan sınavınıza çalışmak için oturduğunuz masanızda ders çalışmanın kasvetli havasını dağıtmasını umarak elinize aldığınız telefonun birden titremesiyle açılıyor belki de içiniz. Mesajın sevdiğiniz yakın bi dostunuzdan geldiğini görünce muhabbetin neşesinin yanı sıra uzun olacağı düşüncesi de kaynatıyor içinizi. Engelleyemediğiniz daha doğrusu engelleme ihtiyacı duymadığınız bir tebessüm yerleşiyor ders çalışırken içerim düşüncesiyle yaptığınız kahvenin acımsı bir tat bıraktığı dudaklarınıza. Daha fazla sabırsızlandırmadan kendinizi, açıyorsunuz mesajı.
Ceren haberin var mı?
Gelen mesaj beklediğinizin aksine biraz durgunlaştırıyor sizi. En yakın arkadaşınızın size isminizle hitap etmesinden kaynaklanan bu durum, neşeli bi haber olsaydı sizin cevap vermenizi beklemeden heyecanla anlatacağını bildiğiniz arkadaşınızın sizden cevap beklemesiyle daha da tatsız bir hal alıyor. İstemsizce ürkerek haberi soruyorsunuz. Anında görülen mesajınıza, cevap biraz geç geliyor umduğunuzun aksine.
http://m.milliyet.com.tr/17-yasindaki-kiz-feci-sekilde-gundem-2149224/
Haber başlığının altında çıkan fotoğrafa bakıyorsunuz, başlıkta ne yazdığına aldırmadan. Fotoğrafta bakmaya devam ediyorsunuz uzunca bir süre. Haberi okumaya yetecek kadar cesaretiniz yok. Birkaç küçük, akciğerlerinizi acıtacak kadar, nefes eşliğinde yukarı çekiyorsunuz ekranı. Olay zaten yeterince can yakıcı değilmiş gibi bir de ilgi toplasın diye düşünülmeden yazılmış acımasız cümleler kontrolünüzü kaybetmenize yol açıyor. Eliniz ayağınıza dolaşınca ne yapacağınızı bilemeyip sanki mümkünmüş gibi bir mesajla karşılık veriyorsunuz habere.
Şaka mı bu?
Bak şakaysa...
Değil. Bu işlerin şakası olmaz. Bi umut... Sadece henüz iki gün önce buluştuğunuz, vapurdayken korkmamanız için size destek olan, sizi güldürmeyi görev bilmiş bir dostunuzu, toprağın sizden çalabilmiş olması korkunç.
Az önce heyecandan kaynayan içiniz, cehennem ateşini öğretmek istercesine yanıyor. Nefesiniz, dermanınız, takatiniz kalmıyor. Son konuşmanızı hatırlamaya çalışıyorsunuz, son bir şey ona dair. Bu konu üzerinde henüz iki gün öncesinde aranızda geçen bir konuşmayı anımsıyorsunuz.
+Ne diye istesin bi insan bunu?
-Sen dahil seni sevenin kalmayınca anlarsın!
+E iyi ama sen sevilmeyecek insan mısın Allah aşkına?
-Yok ki senin gibi tatlı gülüşümüz, bizi sevsinler...
Gülüyorsunuz bu lafa bir karşılık vermeyi akıl edemeden, arsızca. Sizi bi anda neşelendirebilen bi insanın hayatında bir şeyleri değiştirebilme ihtimalinizi düşünemiyorsunuz o an...
Bir önceki buluşmanızda sporcu olduğu için beslenmesine dikkat eden dostunuzun, sizi mutlu edebilmek adına fastfood yiyebileceğiniz bi yer arayışı geliyor gözünüzün önüne. Tebessüm ederek Konak YKMnin önünde onun insanlara mekan sormaya çalışan o telaşlı halini hatırlıyorsunuz. Gözleriniz yanıyor. Velhasıl bulunuyor bi mekan burnunuzun dibinde. Aralıksız üç dakika gülüşüyorsunuz, seninleyken gözüm başkasını görmüyor işte diyerek bıyık altından sitem ediyor size. Gülüyorsunuz karşılık vermeyi -yine- akıl edemeden.
Sipariş verme konusundaki beceriksizliğinizi öğrenir öğrenmez atılıyor öne. Bir ufak jestine daha gülüşünüzle karşılık veriyorsunuz. O an kendinizi ne kadar yenik düşürdüğünüzü düşünüp atlıyorsunuz hesabı ödemeye. Bu tatlı atışmayı galibiyetle sonlandırsanız da bir milkshake alacaklı çıkıyorsunuz işten. Hala alacaklısınız... Patateslerinize yumulduğunuzda uzaklaşıyorsunuz çevreden. O kadar gürültüye rağmen o tanıdığınız, güvendiğiniz ses titretiyor kulak zarınızı. Şaşkın bi şekilde elinizdeki patatesinizi nezaketen yemeyi bıraksanız da en ufak boşlukta ağzınıza atmak üzere geri bırakmıyorsunuz.
Senin ellerin ne güzel öyle, tombik tombik!
O an yemekten daha çok ihtiyacınız olan bir şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Ellerinizi siz dahil kimse beğenmezken, onlara iltifat eden biri var karşınızda! Ne büyük şans!.. Karşılığında gülümseyip sahiden şaşırdığınızı belirten bir çuval saçmalık bırakıyorsunuz ortalık yere. O an onun da ihtiyacı olabileceği gelmiyor aklınıza... Neşeli sohbetiniz yerini yavaşça tatsız konulara bırakmaya başlıyor ve ortam eski neşesine kavuşabilsin diye türlü şebeklikler vuku buluyor karşınızda. O sırada saate bakıyorsunuz. Dersanede denemeniz ve Çankayaya gitmek içinse sadece on dakikanız kaldığını gördüğünüzde aceleyle boğazına diziyorsunuz çok nadir yediğini ama çok sevdiğini söylediği sosa batırırken patatesini. Metroya biniyorsunuz birlikte, siz bi durak sonra inerken o aktarma yapması gerektiği için devam ediyor yoluna. Bi daha buluşmak için sözleşip ayrılıyorsunuz.
Yine iki gün öncesinde vapurdan inerkenki konuşmanız geliyor aklınıza.
Bu bizim ilk vapur yolcuğumuz olabilir ama asla son değil! Asla!
İnsanoğlu planlar yaparken Allah yukarıdan gülermiş.
Siz aslalara boğulurken son oluyor bu konuşmanız, sarılmanız. Mutlaka görüşeceğiz derken cenazesine bile gitmiyorsunuz, gidemiyorsunuz. Suçluymuşçasına mahçupsunuz, yüzünüz yok olanlara karşı.
Ve asla son değil derken mezarına bile gitmeye yeltenemiyorsunuz...
+Çok acıtıyor mu bileklerini kesmek?
-Bir daha intihar edecek olsam bu yolu denemem.
Ve dediğini yapıyor deli kız, bu sefer yöntemi farklı...
NE ACI!